*Mora ve Tripoliçe'de katledilen 40.000 insanın aziz hatırasına ithaf edilmiştir.

Küreselci akıl pandemi süreci de dahil olmak üzere tüm dünyada sistematik bir öfke ve çatışma var etmiş ve bu çatışma iklimini yükselterek sürdürmektedir. Kimileri bir dünya savaşının başlayacağını söylerken kimileri için ise zaten bir dünya savaşının içindeyiz. Yeni kriz bölgeleri yanında klasik ve kadim düşmanlıklarda ateşlenerek eski dünyanın tüm çatışmaları tekrar başlatılmaktadır. Yapısal olarak sorunlu, ilişkisel olarak sorunlu ve vakti gelir bir gün döneriz denilen tüm alanlarda hareketlilik vardır.

Yeni Dünya düzeni olarak tanımlanan tüm normatif değer alanının çöktüğü bir yapboz ile karşı karşıyayız. Aşina olduğumuz bölgesel krizler yanında artık kesinlikle savaş çıkmaz dediğimiz bölgeler bile adım adım savaşa doğru gidiyor. Savaş ve çatışmalar konusunda aşina kılındığımız ve alıştırıldığımız Ortadoğu ve Asya'yı aratmayacak nitelikte kuralsızlıklarla karşı karşıyayız. Ortadoğu'da yeni savaş alanları oluşturmak için hazırlıklar yapıladursun, özellikle ilk sert çatışma süreci bu dönemde Kafkasya'da olmuştur. Batı'nın taraf olduğu bir kadim çatışma bölgesi olan Kafkasya'da Ermenistan tarafından yapılan saldırı çok sert bir şekilde cevaplanmış ve Karabağ Savaşı Türkiye destekli Azerbaycan ordusu tarafından açıkça kazanılmıştır. Bir bölgesel kriz ve işgal kısmen de olsa ortadan kaldırılmış, daha doğrusu Azerbaycan ordusunun dizayn ve anlayış olarak Rus modeli bir ordu sisteminden Türk modeli bir ordu formasyonuna geçişi böylece sağlanmış ve dünyaya gösterilmiştir. Ardından gelişen hassas süreç Afganistan'da idi. ABD 11 yıllık sürecini tamamlayarak Afganistan'dan kahraman olarak çekilecekti ki, işler ayağına dolandı ve itibar kaybederek çekilmek zorunda kaldı. Burada neredeyse Türkiye'de; ABD ile birlikte hareket edecek ve bu yenilgiye ortak olacaktı ki, son andaki gayretler neticesinde Afganistan'daki meşru varlığımız baltalanmamış oldu.

Bu süreçte herkesin aklına gelen, cevabı tam olarak verilemeyen soru bugünlerde cevabını buluyor.

ABD durup dururken Afganistan'dan niye çekildi?

Çin ve Rusya sınırındaki bu mutlak varlığını niçin küçültme ya da İstihbari düzeye çekme kararı verdi?

Bu sorular son bir yılda hızlıca ortaya çıkan gelişmelerde kendiliğinden cevabını buluyor. ABD savaş ve çatışma hattını Doğu Avrupa duvarına çekmek ve Avrupa'nın gevşek dokusunu yeniden ikame ederek militarist rolünü çok boyutlu hale getirecek adımları planladığı için büyük kaynak kullandığı daha spesifik bir bölgeden dönemsel olarak çekilmiş oldu. İmaj ve varlığını istediği zaman tartışma konusu yapacağı Taliban'ın kolay bir iktidar olduğu ve vakti geldiğinde yıkacağını düşünüyor. Eğer samimi olsa idi ki mümkün değil, Taliban'ın imajına ağır hamleler yapmaz ve yapılandırıcı destekler verir, uluslararası bankalardaki parasını rahat bırakır ve Türkiye'yi bölgeden çıkarmanın derdine düşmezdi. – Burada hesap bozucu durum Türkiye'nin varlığı ve kalkınma, gelişim desteği potansiyelidir. Fakat kötü bir alışkanlık olarak insani yardım düzeyinden kalkınma yardımı aşamasına geçemiyoruz. İnsani yardım kuruluşları vasıtasıyla bölgeye hala çok miktarda ve sadece insani yardım götürülüyor. İnsani yardım yönetim aklı, insan kaynağının niteliği ve derinlikten uzak hali buna imkan vermiyor maalesef, az bir kısmı istisna!-

Afganistan'dan çekilen ABD'nin ilk yaptığı iş Ukrayna'da bir süreç başlatmak oldu. Bunun yanında Doğu Avrupa'da özellikle Polonya'daki silahlanmaya ek olarak, kritik bir hat olan Yunanistan'da asimetrik bir silahlanma süreci başlatıldı. Anlaşılan o ki; ABD çatışma hattını Doğu Avrupa'ya taşımış durumda ve sıcak cephe olarakta Ukrayna'yı seçmiştir. Bir test ve açık cephe savaşı olarak tasarladığı Ukrayna'da yüksek ateş gücü ile ciddi ölçekli bir savaş devam ediyor. Bu ara Balkanlarda yapılan yoklamalarda bu süreçten bağımsız okunmamalıdır. Slav hattındaki reaksiyonlar Rus kaynaklı okunurken diğer taraflarda ortaya çıkan hareketlilik mahallinde ve yerel dinamikler üzerinden okunmamalıdır. Burada adeta kamp kuran ABD ordusu ve İstihbari unsurları, kamu diplomasisi aygıtları; özellikli Soros kaynakları ve kurumları yoluyla Balkanlar'da etkili bir süreç yönetmektedir. Bu nedenle bölge dikkatle izlenmelidir.

Batı Blokunun Kültürel ve Askeri Mevziisi Olarak Yunanistan

Burada dikkat çekmek istediğim nokta Yunanistan'dır. Afganistan'dan niçin çekiliyor ABD, sorusunun cevabını ararken bir taraftan hümanist açıklamalar yapan ABD Derin Devleti zaman kazanarak hızla Yunanistan'da konumlanmıştır. Askeri anlaşmalar daha imzalanmadan ABD'den Yunanistan'a doğru intikal programları ve yüklemeler başlamıştır. F-35 devri, askeri araçların modernizasyonu üzerinden yapılan anlaşmaların mürekkebi kurumadan uçaklar mühimmatları ile teslim edilmiş, teknik insan kaynağı, kapasite desteği yanında muhtemelen pilot desteği bile sunulmuş olmalıdır.

10 Ekim 2021 tarihinde kaleme aldığımız yazımızda ABD ve Fransa tarafından verilen desteğin hayra alamet olmadığını, artan kapasiteye bağlı Yunanistan saldırganlığının artacağını, bunun en güçlü emaresinin ise Batı Trakya Müslüman Türk azınlığına yönelik artan hak ihlalleri olduğunu ifade etmiştim. Bu tutumlar öteden beri Yunanistan hükümetinin uluslararası anlaşmalara rağmen ortaya koyduğu tutarsız kabahatlerdir. AİHM kararları oldukça nettir. Karşılıklı anlaşmalar mütekabil bir devlet dirayeti ile davranmayı zorunlu kılmaktadır. Buna rağmen Yunanistan hükümeti ülkesi içindeki bir azınlık toplumunun hukukunu koruyamamaktadır. Yunanistan her fırsatta Batı Trakya Müslüman Türk azınlığının haklarını ihlal etme yolunu seçmektedir.

Bölgedeki temel eğilimi bölgenin Müslüman Türk nüfusundan arındırılmasıdır. Bu göç yoluyla olabileceği gibi, pasaport oyunları ya da kültürel asimilasyon yolu ile olabilecektir. Yunanistan'ın tüm bölge politikası ve milletimizi rahatsız etme çabası bu amaca yöneliktir.

Geleneksel tutumu yanında Yunanistan hükümeti Türkiye ile arasındaki diplomatik ve bölgesel krizlerde de aciz bir yaklaşım içinde hareket ederek Batı Trakya Müslüman Türk toplumunu diplomatik bir koz olarak kullanmaktadır. 1974 Kıbrıs Barış Harekatı ile başladığı bu tutumunu, Ege ve Akdeniz'de yaşanan her politik krizde Batı Trakya Müslüman Türk toplumuna yönelik ihlallerle hissettirmektedir. Kendi ülkesinde ve vatandaşı durumunda olan bir toplum üzerinden uluslararası baskı yaratma davranışı, Antik Yunan filozoflarını bile mezarlarında huzursuz edecek kadar derinlikten uzak bir davranış biçimidir. Son dönemde artan Türkiye ve Yunanistan çekişmesinde Yunanistan bir koz olarak tekrar aynı oyuna başvurmuştur. Tartışmasız bu büyük devletlere yakışmayacak aciz bir yaklaşım biçimidir. Ülkeler arasında yapısal tartışmalar, rekabet ve diplomatik gerginlikler olabilir. Bu türden durumların nasıl takip edileceği bellidir. Hangi durumların diplomatik parametre olarak kullanılacağı bellidir.

Batı Trakya Müslüman Türk Toplumu Lozan Antlaşması ile koruma altında ve ülkemizin doğrudan himayesinde olan bir toplumdur. Bunun yanında AİHM kararları ve özellikle AB müktesebatı temelinde AB vatandaşlarıdır. Yunanistan yanında AB vatandaşı olan Batı Trakya Müslümanları'nın yaşadıkları süreçler AB hukuk ve vatandaşlık normları açısından da çok önemli anlamlar taşımaktadır. ABD ile yeni ve bölgesel bir ittifak içine giren bu doğrultuda askeri kapasite artırımı üzerinden yeni bölgesel bir role soyunan Yunanistan'ın Türkiye rekabetini Batı Trakya üzerinden yapmayı düşünmesi tarihsel gerçekliği ve bölgesel şartları göz önüne alarak saçmalıktan başka bir şey değildir.

Süreç içerisinde Yunanistan hükümeti Türkiye'yi sadece Batı Trakya Türk Toplumu üzerinden değil tüm enstrümanlarını kullanarak da taciz etme cüreti göstermektedir.

Özellikle adaların silahlandırılması ahdi süreçlere aykırılık teşkil etmektedir. Lozan ve Paris Antlaşmalarının hükümleri nettir. Adalarda asayiş sağlamaya yönelik hafif silahlı jandarma birimlerinden başka personel ve özellikle ağır silah mühimmatları bulundurulamaz. Adaların Yunanistan'a bırakılma sürecinde adaların silahsız tutulması mutlak şartı bugün Yunanistan tarafından işlevsizleştirilmektedir. Özellikle son dönemde ABD mahreçli ağır silah ve mühimmatlardan müteşekkil askeri kapasite adalara taşınmıştır. En son Midilli ve Sisam adalarına yapılan tahkimat tespit edilerek süreç; BM ve NATO yanında dünya kamuoyuna da ülkemiz tarafından açıkça sunulmuştur. Bu uluslararası hukukun hiçe sayılması yanında düşmanca ve tehditkar bir süreç olarak ele alınmaktadır.

Uluslararası denizlerde sivil Türk teknelerine yönelik tacizlerde yaşanan artışın yanında, Türk jetlerine yönelik taciz ve kural dışı radar kiliti atmalarla saldırganlık aşamasından düşmanca davranış aşamasına çoktan geçilmiştir.

Bu süreç artan silah gücü ve kapasitesi ile doğru orantılı bir süreçtir. Bu sürecin belirgin miladı Yunanistan Başbakanı Miçotakis'in ABD Kongresi'nde yaptığı konuşmadır. Bu konuşma esnasında ideolojik ve saldırgan konuşma metni dakikalarca ayakta alkışlanmıştır. ABD Kongre üyelerinin defalarca keserek bu konuşmayı ayakta alkışlaması bir taraf tutumudur. Askeri kapasite artışı yanında, güçlü bir işbirliğinin en güçlü delili olarak ele alınmalıdır. Bu; politik sınırları aşan, diplomatik hassasiyetleri zorlayan, açık muarızlığı ifade eden bir süreçtir. Diğer küresel gelişmelerle birlikte düşünüldüğünde, gelişmelerin baş döndüren hızı ve uluslararası hukuku işlevsiz bırakan adımlar; atılan adımların mahiyetine ve olası sonuçlarına yönelik açık ipuçları vermektedir.

Yunanistan'ın Kamu Diplomasisi ve Psikolojik Harp Faaliyetleri

Son günlerde Yunanistan'dan diplomatik ve askeri adımları destekler nitelikte dikkat çekici düzeyde kamu diplomasisi hamleleri de gelmektedir. Ülke genelinde artan propaganda çalışmalarında Megali İdea vurgusu ve aşamaları anlatılmakta ve Yunanistan halkı olası bir sürece hazır kılınmaktadır. Atina takımı olan AEK'nın stadına Ayasofya isminin verilmesi ve kutlamalarda Pontus vurgularının yapılması, Karabağ savaşındaki bazı savaş sahnelerinin Türk karşıtı bir propaganda içeriği olarak sunulması ve Türk karşıtı saldırgan içeriklerin dolaşıma sokulması dikkat çekicidir ve izlenmelidir.

Yunanistan'da artan askeri kapasitenin ABD tarafından Rusya merkeze alınarak artırıldığı ifade edilse de bu askeri kapasite artışının A ve B planının olduğu bellidir. Türkiye bu süreçte B değilse de A'dır. Ana oyun ülkemiz üstüne kurulmaktadır ki bu açıktır. Ülkemiz dört bir taraftan bir kıskacın içine doğru alınmaktadır.

Yunan Ortodoks Kilisesi Silahlanıyor

Dün medyaya düşen bir haber olayı çok daha hassas bir boyuta taşımıştır. TRT Haber tarafından yayınlanan haber ve içeriklere göre Güney Kıbrıs Rum Kesimi'ne yönelik silah ambargosunun ABD tarafından kaldırıldığı bilgisinin yanında, Güney Kıbrıs Rum Kesimi'nde papazların askeri talim aldığı görüntüler kamuoyu ile paylaşılmıştır. Ağır silahlarla askeri eğitim alan Ortodoks din adamlarının bu eğitimleri dini kıyafetleri ile almaları ve sıklıkla dini figürleri üzerinden görüntü vermeleri çok dikkat çekicidir. Açık kaynaklar ya da istihbari olarak temin edilmiş olan kayıtların profesyonel olarak çekildiği görülmektedir. Kayıtlar dikkatle incelendiğinde bir propaganda çalışması yapıldığı bellidir. Din adamlarının Yunan Ortodoks Kilisesi'ne bağlı mekanlarda, dini kıyafet ve vurgularla yaptıkları bu kayıt dini referanslı militer bir propaganda içeriğine sahiptir. Kiliseyi böyle bir sürecin tarafı yapmak hatta üstelik bizzat şiddetin ve silahlanmanın kaynağı haline getirmek maliyetleri olacak büyük bir kabahattir. Buna karşı yapılacak uluslararası tutum ve itiraz bile umurlarında değildir. Dünya Ortodoks Kiliseleri Konseyi Başkanı Papaz Vasilious koordinesinde yapılan bu askeri eğitim ve propaganda çalışması el altından ya da açık kaynaklardan Hristiyan dünyaya bir mesaj olarak hazırlanmış gibi görünüyor. Silah ambargosunun ABD tarafından kaldırılarak silahlandırma sürecinin Yunanistan'ın ardından Rumları da içine katarak sürdürülüyor olmasının yanında kilise tabanlı propaganda çalışmaları ve Ortodoks kilisenin bu işlerin içinde olması, çatışma ve işbirliği konusunda mezhepler üstü bir dayanışmanın olduğunun açık bir ifadesi olarak algılanmalıdır. Kilise tüm mezhepsel formları ile bir savaş ve çatışmanın tarafı hatta dinler savaşının mentoru durumundadır.

Birkaç gündür sosyal medya üzerinden Trabzon ve Rize'nin yüksek kesimlerindeki Müslüman köylerindeki ahali ile yerel dillerde konuşarak üretilen içeriklerde sistematik bir psikolojik harp sürecinin ülkemizi de içine alarak başlatıldığını gösterilmektedir. Yunanistan tüm enstrümanları ile bir süreç yürütmektedir.

Yunanistan'da artan askeri kapasite ile orantılı bir süreç tehdidi ülkemize doğru yönelmiştir. Ukrayna Savaşı, küresel hazırlıklar bir savaşlar çağına girdiğimizi ortaya koymaktadır. Etrafımızdaki tüm ülkelerde güncel olarak İran'da başlayan çatışma ve gerginlik yanında Irak'ın içine çekildiği süreçte dahil geniş bir hazırlığın yapıldığı görülmektedir. Ermenistan'ın ara ara yoklamaları, Yunanistan'ın tüm alanlarda ortaya koyduğu tacizci tutum, ABD'nin bölgeye yönelik tavrı ve ülkemizin askeri kapasitesini zayıf tutmaya yönelik tutumu -Taahhüt edilen ve bedeli ödenen askeri malzemelerin verilmemesi- bir bütün olarak okunmalıdır.

Sonuç Yerine……

Devlet ve kurumlar yanında birey ve toplumsal aklın bu sürece odaklanması ve süreçleri yakinen izlemeye alması gereklidir. Artan kamu diplomasisi baskısı karşısında milletimiz uyanık olmalıdır. Birey düzeyinde hazırlıklı, uyanık ve gerektiğinde vaziyet alacak bir duruş için hazır olunmalıdır. Bu kadar yoğun bir şiddet cenderesi ve taciz döngüsü yaşanırken devlet kapasitemizi ve askeri gücümüzü zaafa uğratacak adımlar atılmamalı; milli güvenlik meseleleri politik gündem olmanın dışına çıkartılmalıdır. Medya'nın askeri, İstihbari ve güvenlik konularında titiz davranması ve asla bu konuları politik gündeme kurban etmemesi gerekir. Siyasi partilerin ya da ittifakların hazırladıkları metinlerde devleti zaaf içinde gösterecek açıklamalardan kaçınmaları gereklidir. Tüm siyasi partiler istihbarat hassasiyeti göz önüne alınarak gelişme ve hassasiyetlerden haberdar edilerek bilgilendirilmelidir. Belediye Başkanları ve politik aktörlerin toplumun milli duruşunu örseleyecek açıklamalardan kaçınması sağlanmalı, ısrarcı olanlar konusunda hukuki ve toplumsal yaptırımlar tartışılmalıdır. Yunan tanrılarını, kahramanlarını öven ve alkışlayan politik aktörlere tahammülümüz yoktur. Rusya'nın içine girdiği hassas süreçte başta seferberlik ilanı gibi dikkat çekici gelişmelerin oyun olmadığı algılanmalı, birey ve sivil toplum bağlamında doğru odaklanma sağlanmalıdır.

Savunmacı yaklaşım yerini tüm unsurları ile birlikte atak adıma bırakmalıdır. Düşman sadece kendisinden ibaret değildir. Küresel Emperyalizm bir savaşlar çağı başlatmıştır. Buna karşı bireyden devlete tüm unsurlarla uyanık ve atak olunmalıdır. Genel, özel hassasiyetler yanında diasporadaki unsurlarımız ve özellikle STK'larımız gayret içinde olmalıdır.

Yörük-Türkmen Birliğinden Örnek Çalışma

'Tripoliçe Katliamı Bir Soykırımdır'

Bizimde Merkez Karar Alma Kurulu'nda bulunduğumuz Yörük Türkmen Birliği'nin yakın zamanda başlattığı süreç örnek bir süreçtir. Mora ve Tripoliçe'de 1821 yılında yaşanan ve 40.000 Müslüman Türk ve Arnavut'un yanında Yahudi'nin de Rumlar tarafından katledildiği meşum olay bir konferansla gündem yapılmıştır. Bu konferansla konunun milletimiz tarafından bilinmesi ve bu alçak katliamın milletimiz gündemine girmesi sağlanmıştır. Ayrıca bu ve benzeri olaylar üzerinden Yunanistan tarafından yapılan soykırımların ülkemiz ve dünyanın gündemine taşınması konusunda bir adım atılmıştır. TBMM'ye konuyu taşımaya hazırlanan Yörük Türkmen Birliği, Tripoliçe Katliamı'nın AİHM'ne taşınarak bir soykırım olarak kabul edilmesi konusunda bir çalışma başlatmıştır. Dışişleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığı ve Kamu Diplomasisi kurumları ile bil istişare götürülen süreç bir model çalışma olarak örnek alınabilecek niteliktedir.

Bu ve benzeri çalışmalarla Yunan Mezalimi'nin gündem yapılması kamu diplomasisi bağlamında çok önemlidir. Bu çalışmaların kamu kurumlarından ziyade STK, akademi ve medya/yeni medya eliyle çok dilli olarak yapılması daha etkili olacaktır. Bu süreçte özellikle Doğu Karadeniz bölgesindeki kurum, kuruluş, güvenlik ve askeri birimlerimiz yanında vatandaşlarımızın çok dikkatli ve titiz hareket etmesi gerekir. Kültürel ve hümanist soslarla gelen Yunanistan lehine çalışan etki ajanlarına karşı temkinli ve titiz olunmalıdır.

Gezi Parkı olaylarından başlayarak farklı ülkelerin lehine olacak şekilde artan etki ajanlığı faaliyetleri biçim değiştirerek varlığını sürdürmektedir.

Milli ve dini varlığımızın yanında aile müessesemizi hedef olan organize bir operasyon kendini hissettirmektedir. Bu süreçler diğer küresel gelişmelerden bağımsız okunmamalıdır.

Dünya belli ki güncel sürprizlere çok açıktır. Ukrayna'da savaş çıktığı günün üçüncü gününde asla savaş çıkmaz diyen insanların bugün sessiz ve mahcup hali göz önünde tutulmalıdır. Gerçeklikle ihtimal arasındaki mesafe bir gece ansızın kapanmaktadır.

Askeri kapasitemiz tartışmasız yüksek, askerimiz kudretli ve gayretlidir. Unutulmaması gereken şudur.

Savaşlar sadece askerler arasında olmaz, devletler ve milletler arasında olur.

Yazımı bitirmeden şunu da ifade etmek isterim. Zaman geçtikçe insan zihni yaşanmışlıkları unutma eğilimindedir. Tarihimizin unutulmaması bugün meseleleri algılamamız konusunda bize rehberlik yapar. Yunanistan ile tarihi sürecimizin bilinmesi, yaşanmışlıklardan haberdar olunması, bugün ve geleceği imar etmenin ön şartıdır. O halde bu konuda iki temel eserin temin edilmesi ve okunması icap eder. Bu eserlerden ilki Üstat Kadir Mısıroğlu tarafından kaleme alınmış ve Sebil Yayınevi'nden çıkmış 'Türk'ün Siyah Kitabı Yunan Mezalimi' isimli eser, diğeri de Başbakanlık tarafından neşredilmiş 'Balkanlar'da Yunan Mezalimi' isimli eserdir.

Okuyunuz, okutunuz.