İran toprakları başta olmak üzere hassasiyet artarak yükseliyor ve bölgesel tüm gelişmelere de İran hassasiyet gösteriyor. Daha önce ABD dış politika söyleminde fark edilen bir uygulama, aralarında herhangi bir illiyet bilinmese de İran devlet dili tarafından da yaygın bir şekilde kullanılıyor. Diplomatik ve siyasal şaşırtma amacı taşıyan düşük dil diplomasisi. Farklı branş ve alanlarda pek çok devlet ve siyaset aktörü ülke içi ve dışı konularda birbirinden farklı düzlemlerde ve sertlik derecelerinde açıklamalar yapıyor. Hangi söylemin tam olarak İran siyasal aklını temsil ettiğini anlamak için biraz yakın takip gerekiyor ve en doğru ismin açıklamasına odaklanmak gerekiyor.

Değişimin Etno-Politiği

İran'da bir zamandır devam eden toplumsal değişim talepleri, İran devlet dili tarafından da gündeme taşındığı şekliyle bir etnik tehdit yaratma yolunda. Bağımsız uzmanlar ve İran mütehassıslarına göre ise bu süreç çoktan başladı. Geçen hafta kaleme aldığım yazımda özellikle Sistan-Belucistan bölgesinde yaşanan gelişmeleri belli boyutları ve yapısal dinamikleri ile tartışmıştım. Bu yazımda tekrar bu konuya dönmek istemiyorum, merak eden okuyucular yazıyı ilgili linkten okuyabilirler. (http://www.muslimport.com/yazardetay.php?yazaryazi_id=422)

İran bağlamında öncelikli olarak Sistan-Belucistan meselesini gündeme almamızın sebebi, yaşanan süreç ve müdahaleler neticesinde 120'yi aşkın insanın vefat etmiş olması ve oldukça belirgin bir biçimde etno-mezhepsel temelde ortaya çıkan taleplerin bir örgü, sistem, lider ve söylem gücüne ulaşması ve özellikle olayların geldiği noktada taleplerin billurlaşarak bir referandum talebine dönmesi. Açıkçası eğer İran toplumsalını etno-mezhepsel temelde tartışacaksak bir bedel ödeyen ve söylem geliştiren Sistan-Belucistan halkını öncelikle tartışmak işin edebinin bir gereği.

İran Konuşurken Etik Sınırlar, Ölçüler ve Nezaket

Burada bir hassasiyet ve titizliğimizi de ifade etmek zorundayım. Bizler İran konusunu yazarken ilmi hassasiyetler yanında İslami hassasiyetler, ideolojik titizlik ve devlet terbiyesini de elden bırakmamaya çalışıyoruz. İstikrarlı bir komşu, adaletli ve dingin bir ülke bizim her zaman arzumuz olur. Tabii son dönemde artan İran devlet seçkinleri tarafından ülkemiz ve milletimiz karşıtı söylemin bizi tahrik etmesine müsaade etmeden yaklaşımlarımızı ortaya koymayı başarmamız gerekiyor. Fakat takdir edileceği üzere millet, din, tarih ve yazgı bağlamında kardeşimiz olan müminlerin içine girdiği zorluk ve cendereyi de anlamak ve hatta bunun için çözümler sunmak istiyoruz. Fakat son dönemde artan İran odaklı karşı söylemin bu konuda çözüm konusunda daha agresif yöntemlere yönelmesi ile üzülüyoruz.

Alt grupları ile küçük etnik, dinsel/mezhepsel gruplar bağlamında İran'da Farslar, Türkler, Kürtler, Araplar ve Beluçlardan bahsedilebilir. Bugün İran ana devlet aklının kültürel ve siyasal odağının merkezinde olan Farslardır. Bir ulus devlet olarak kendini kodladığı görülen İran'da diğer etnik gruplarda bu ulus devlet bilincini kuşandıkları müddetçe sistem içinde yer alabilirler. Tam bu cümlenin ardından hangi etnik gruplar dışarıda ve sistemi kabul ettikleri oranda içeridedirler şeklinde sorulduğunda çok kabaca şöyle bir tanım yapabiliriz. Türkler, Kürtler, Araplar ve Beluçlar. Ben bu yazımda hassas İran Türkleri 'Batı ve Orta Azerbaycan ve Irak-ı Acem' meselesini birkaç boyutuyla tartışmak istiyorum.

İran Ulus Devletinin Ötekisi 'İran'da Türkler'

Aslına bakılırsa ve dikkatle incelenirse İran, Kaçarlardan iktidarı alan Pehleviler tarafından Fars ulus devleti olarak odaklanırken Pers tarihsel kimliği üzerinden bir bağlama oturtulmuştur. Yakın zamanda olan bu hassas yeni devlet odaklanması neye odaklandığı kadar, nereden uzaklaşması gerektiği konusunda da ustalık içinde bir rejim 'sistem' yapılandırmıştır. En temel anlamda uzak kalınması gereken odak, rejimin bir önceki sahibi olan Kaçar hanedanıdır. Bir Türk devlet ekolü olan Kaçar Hanedanı artık feshedilmiş ve yerine bir Fars ulus devleti kurulmuştur. Aynı zamanda bugünkü yazımıza esas olan ikinci tehdit bir Selçuklu emaneti olan ; yüksek siyaset ve örgüt kültürüne sahip olan Tebriz merkezli Türk kültürüdür. Kendisinden önceki yaygın sistemin odağı olan Türk varlığı yeni İran ulus devletinin en ihtiyatlı davrandığı ötekidir. Hatta antropolojik, tarihsel ve sosyolojik bir arka plan üzerinden bakıldığında en tehditkar öteki olarak kontrol altında tutulması gerektiğine inanılır. İran fars devlet modeli için, psikanalitik bir karabasan gibi duran İran Türkleri sayısal, kültürel varlıkları ile dikkatle takip edilmesi gereken bir topluluktur. Özellikle son dönemde artan sert ve saldırgan reaksiyon bu arka plandan beslenir. Ülke içindeki pek çok konuda daha dikkatli davranan İran elitlerinin Zengezur meselesi ile ilgili oldukça reaktif tutumlarının arka planında da bu tarihsel boyut yatar. Süreç içerisinde İran resmi ideolojisinin erittiği ve kontrol altına aldığı Türk Milli söylemi en temel tehdit olarak algılanmaktadır. Son iki yıldır verilen reaksiyonlar bunun güçlü bir göstergesi olmuştur.

Şah rejimini seküler bazı boyutları ile yıkan İmam Humeyni yerine bir İslam rejimi oluşturmakla birlikte kendi içtihadı üzerine inşa ettiği bir teokratik model kurmuştur. Kum, Necef ve Tebriz uleması ile düştüğü derin ihtilaf ve özellikle yeni tip Şia modeli etrafındaki tartışmalar yakın dönemin 'Şii kelam, fıkıh ve sistem tartışmaları temelinde' en güçlü tartışma odağını oluşturur. Bugün bazı Şii bölgelerindeki farklılık ve itirazların kökenine bakıldığında d bu derin tartışma yatar. Ali Şeriati'nin tabiriyle yeni form bir Safevi Şia'sı söz konusudur. Özellikle Ebul Kasım El Hoi, Muhammed Kazım Şeriatmedari gibi İsimler ile girdiği tartışmalar siyasal sistemin mezhepsel kodları ve dönüşüm başlığı altında ele alınabilecek konulardır. İmam Humeyni tarafından var edilen bu dönüşümle yeni bir siyasal Şia anlayışı ortaya çıkmıştır.

Kısaca Şah ile ulusal devrimini, Humeyni ile dinsel, mezhepsel devrimini yapan İran bugün mezhep odaklı bir ulus devlet görünümündedir. Bu durum hassas bir toplumsal dengeyi ve bu denge içinde bir yönetim sürecini zorunlu kılmaktadır. Bu hassas dengenin sürdürülebilmesi açısından bazı hassasiyetlerin dikkatle takibi gerekir. Bu hassas dengenin en kritik aktörü 35 milyonluk devasa bir nüfusa sahip olan Türklerdir.

Bizzat bu toprakların yerlisi olan ve bir önceki devlet kimliğinin sahibi ve özellikle Batı Azerbaycan'daki muazzam tarihsel, sistemik arka planları ile dikkatle takibi icap eden bir topluluktur Türkler. Allah'tan yeni İran için en büyük avantaj ülkesindeki Türklerin büyük bir kısmı mezhepsel olarak Şia mezhebine tabidir. Bu, kimliğin güncel tamamlayıcı unsuru olan çok güçlü bir noktadır ve endoktrinasyonu kolaylaştırmaktadır. Özellikle İran Devrimi ve Humeyni için en önemli bir diğer nokta Pehlevi Hanedanı ile özellikle Batı Azerbaycan halkı arasındaki tarihi düşmanlıktır. Kaçar Hanedanı ile de ihtilaflı olan Batı ve Orta Azerbaycan Türkleri Şah'ın gelişini bir Milli Hükümet fırsatı olarak görmüşlerse de, kendisi için Türk varlığını ve Milli bir Hükümeti tehdit olarak gören Şah, ABD destekli orduları ile Tebriz'i yakıp yıkmıştır. Bu sebeple Şah'tan istediğini alamayan ve birde ağır bir saldırıya muhatap olan Türkler İran İslam Devrimi'ni de bir fırsat olarak görmüşler ve Humeyni'ye destek olmuşlardır.

Son iki yüz yıllık dönem dikkatle incelendiğinde Tebriz merkezli tüm hareketlerin ortak talebi Milli Hükümet'tir. Çıkardıkları tüm liderlerin ortak söylemi Milli 'Bölgesel' Hükümet söylemidir. Bunun genel olarak İran içinde bir kültürel ve siyasal varlık çabası olduğunu söylemek gerekir. Settar ve Baqır Han'lar, Hıyabani, Pişeveri, Şeriatmedari'ye kadar olan tüm aktörlerin ortak çabası bu olmuş ve hepsi oldukça sert bir sona muhatap olmuşlardır. İran bölgesel tarihini okuyan herkes görür ki; Türk toplumu, İran için kurucu aklın sahibidir fakat buna rağmen son 200 yıl bir var oluş mücadelesi ile geçmiştir.

İmam Humeyni'nin iktidara geliş sürecinde de bundan önceki süreçlerde olduğu gibi Milli Hükümet'in kuruluşu için bir imkan oluşmuştur. Şah'ın zulmünün hesabını sormak amacıyla Humeyni'ye destek veren Türkler, bu desteğin hatırına Milli Hükümet talebini dillendirmişlerdir. Fakat çok geçmeden Humeyni'de bölgeyi askeri olarak kuşatacak ve İran Hava Kuvvetlerine bölgeyi bombalama talimatı verecektir. İnkılaba destek vermiş bir şehir bombalanacak iken Tebriz Halkının tartışmasız lideri Şeriatmedari kendi sonunu hazırlama pahasına geri çekilmiş ve bir zaman sonra çok dramatik bir şekilde vefat etmiştir. Bir Milli Hükümet talebi daha hüsranla neticelenmiştir.

Kısa bir zaman sonra başlayan Irak-İran Savaşında aktif görev alan Türk'ler bu savaş sonunda daha sakin bir vaziyet alarak yeni İran sistemine uymuşlardır. Bir kısmı muhalif ideolojik söylemler etrafında kümelenen Türklerin büyük bir kısmı da İran'ın yeni sistemine nispeten uyum sağlamışlardır. Şii karakterleri sebebiyle bu uyum sürecinin nispeten kolay olduğunu söyleyebiliriz. İran Türklerinin bu süreç içerisinde etnik, kültürel ve dil temelli talepleri İran Hükümeti tarafından ustaca bastırılmış, halkın gündeminden uzaklaştırılmıştır. Savaş esnasında rejimle vatan müdafaası odağında yakınlaşan Türkler ağır ağır sistemin bir parçası haline gelmişlerdir.

İran Devrimi sonrasında Türk nüfusun Türk dünyası ile özellikle Türkiye ile olan ilişki süreci çok dikkatle takip edilmiştir. Türkiye'de eğitim gören öğrencilere ihtiyat içinde bir yaklaşım ile bakıldığı bilinir. İran Türk Dünyasının Rus hegemonyasında olmasını bir avantaj ve fırsat olarak algılamıştır. Rus hegemonyasında oldukça kendisi için bir tehdit olarak görmediği Türk Dünyası Rusya'nın yıkılışının ardından İran için bir tehdit olarak yakın takibe alınmıştır. Özellikle Azerbaycan'da Elçibey önderliğinde yükselen ses İran'ı oldukça rahatsız etmiş ve kısa bir zaman içinde bölgede başlayan Azerbaycan, Ermenistan savaşında taktik konum almıştır. Bazı askeri ve İstihbari unsurlar Azerbaycan yanında vaziyet alırken bir taraftan da Ermenistan'a destek verilerek Karabağ'ın işgali sağlanmış ve Nahcivan ile Azerbaycan kopartılmıştır. Bu duruma İran açısından bakılırsa tarihi nitelikteki Zengezur hattı kapatılarak Türkiye, Azerbaycan ve Türk Dünyası kopartılmış ve Aras sınırı ile Güney Azerbaycan adeta yalnızlaştırılmıştır. Bu tutum geleneksel İran siyaseti ile oldukça uyumlu bir durumdur. Rusya, ABD ve İran bu sonuçtan memnun olduğu için bu konu İkinci Karabağ Savaşına kadar kanayan bir yara olarak öylece durmuştur.

Karabağ'ın Kaybı ve Azerbaycan Türk Milli Kimliğinin Oluşumu

Kaybedilen ilk savaşın ardından Azerbaycan'da büyük bir kitlesel göç ortaya çıkmıştır. Bu savaşın yarattığı travma ve toprak kaybı Azerbaycan halkında milli kimlik anlayışının bir yükselme mottosuna dönüşmüştür. Şer gibi görünen durum bir hayra dönüşmüş ve her Azerbaycan Türkü'nün gönlünde Karabağ özlemi pekişmiştir. Bir Azerbaycan askerinin ilk savaşta anlattığı hatıra manidardır. ' Biz Ermeni ilen savaşırken bize hücum ettiklerinde Türklere ölüm diye haykırıyorlardı. Biz o gün Azeri değil Türk olduğumuzu anladık.' Bu sebeple Karabağ'ın işgali ve kurtarma motivasyonu Azerbaycan Türkleri için milli kimliğin olgunlaşma fırsatı olmuştur. Bu dönemde iktisadi imkanlar yanında, askeri kapasitenin artırılması konusunda ciddi çalışmalar yapılmıştır. SSCB askeri modelini terk eden Azerbaycan ordusu TSK'dan aldığı destek ile dönüşümünü tamamlamıştır. Askeri bilgi ve kültür, nitelikli bir teşkilat modeli yanında teknoloji ile desteklenmiştir. Hazır hale gelen Azerbaycan ordusu ikinci defa yapılan Ermeni saldırısına karşı askerlik tarihinin görmediği bir hücum ve operasyon hakimiyeti ile büyük bir zafer elde etmiştir. Operasyon gücü yanında, mukavemet becerisi ve taktik gücü itibariyle tam bir TSK modeli haline gelmiş olan ordu tüm dünya' ya adeta parmak ısırtmıştır. Türkiye tarafından verilen İHA ve SİHA gücü ile Azerbaycan ordusu, Batı destekli Ermenistan ordusunu çok kısa bir zamanda yenmiş ve ağır kayıp verdirmiştir. Kısa zaman içinde Azerbaycan ordusunun Erivan'a kadar gideceğini gören Rusya, Batı ile fazla iç içe geçen Erivan Hükümetine verilen bu cezayı yeterli görecek ki, sürece müdahil olmuş ve Karabağ'ın bir kısmı kalmak üzere savaşı noktalamıştır. Barış ve görüşme süreçleri neticesinde Karabağ'ın bir kısmı ve özellikle Şuşa şehri başta olmak üzere zaferin kazanıldığı teyit edilmiştir.

Bu süreçte Türkiye titiz bir vaziyet ve mesafe ile konumlanmıştır. Bu savaş Azerbaycan üzerinden Türk askeri kapasitesinin dünya kamuoyuna bir kısa nümayişi olmuştur. Türkiye'nin süreci yakın takibe alarak verdiği destek Azerbaycan ve Türkiye'de çok büyük bir millet, devlet bütünleşmesine sebep olmuştur.

  1. Karabağ Savaşı; Zafer ve Zengezur'a Giden Yol

Savaş sürecinin en şaşırtan (aslında şaşırtmayan) durumlarından biri İran'ın aldığı pozisyon olmuştur. Ermenistan lehine vaziyet alan İran'ın Ermenistan'a verdiği destek özellikle Tebriz ve sınır hattından yapılan yardımlar açık kaynaklara düşmüş ve ifşaa olmuştur. Bu süreç İran'ın neredeyse yüz yılı aşkın zamandır bölgede yürüttüğü hassas politikanın bir izdüşümü olarak İran ulus aklına uygundur. İran hükümeti bu süreci saklama gereği duymamıştır. Fakat bu sürecin İran içindeki maliyetini öngörmek İran için de kolay değildir. Özellikle Erivan yanlısı hükümet politikası İran Türklerinde oldukça sert bir şekilde algılanmış ve kontrol altına alındığı düşünen Türk Milli söylemi yeniden gün yüzüne çıkmıştır. Tebriz, Erdebil, Urumiye vb. şehirlerde gençler Karabağ, Azerbaycan ve Türkiye lehine kitlesel eylemler gerçekleştirmişlerdir. Açık kaynaklar ve sosyal medya üzerinden yapılan çağrılarla İran hükümeti kınanmıştır.

Fakat bu sürecin kırılma noktası; Bakü'deki tarihi Zafer programı esnasında Türkiye Cumhurbaşkanı Sn. Recep Tayyip Erdoğan tarafından Aras Şiirinin okunması olmuştur. İran medyası adeta zembereğinden kurtulmuş gibi saldırıya geçmiş, bunu İranlı siyasetçilerin saldırgan tutumları izlemiştir. Uzunca bir zamandır İran'ı İslam Birliği ve İslam Devrimi sosyolojisi bağlamında pozitif bir algı içinde izleyenler için bu derin ve saldırgan psikanalitik oldukça şaşırtıcı olmuştur. Bu konuyu da o günün şartlarında kaleme almış ve bazı kardeşçe nasihatlerde bulunmuştuk. Fakat o günden bu güne süreç ve dil özellikle İran tarafında daha da keskinleşmiştir.

Sn. Cumhurbaşkanı tarafından okunan şiir adeta bir kırılma ve algı yırtılmasıdır. Bu sürecin ardından bölgede ciddi bir hareketlilik oluşmuştur. Ortaya çıkan bölgesel süreçleri kısaca hatırlatmakta fayda var. Şiir'in ardından Türkiye'de ve Azerbaycan'da Zengezur Koridorunun anlamı daha yoğun tartışılmaya başlanmıştır. Karabağ'ın hızla inşası sürecinde Türkiye'nin de verdiği destekle bir ihya ve iç göç süreci planlanmış, güçlü ve etkili diplomasi ile tüm dünya ile beraber Ermenistan da bu toprakların Azerbaycan toprağı olduğunu kabul etmiştir. Şuşa tarihi bir Müslüman şehri olarak ziyarete ve uluslararası kamuoyunun dikkatine açılmış, Zengilan'da açılan hava limanı bölgeyi birbirine bağlayacak önemli bir bağlantı noktası haline getirilmiştir.

BM başta olmak üzere Azerbaycan'ın haklı savaşı ve Karabağ konusu tüm dünya' ya kabul ettirilmiştir. Türk Devletler Teşkilatı ülkeleri başta olmak üzere yaygın diplomasi sürdürülmüştür. Süreç Türkiye'yi Türk Dünyası ile bağlama yanında, Nahcivan ile Azerbaycan arasını da açacak bir sürece evirilmiştir. Özellikle yakın zamanda Zengilan'daki açılış esnasında Sn. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından yapılan açıklama ile kısa zaman içinde Zengezur Koridorunun açılacağı ilan edilmiştir. Bu açıklama yeri ve zamanı itibariyle çok kritik bir açıklama olmuştur.

İran'dan Agresif Politik Tutumlar

Tüm bu süreçlerde İran Hükümeti' de oldukça agresif bir dış politika diline yönelmiştir. Zengilan açılışları esnasında ansızın karar verdiği bir seri etkinlik oldukça sert mesajlar içermektedir. Aras Nehri üstünde yapılan tatbikata 45.000 asker katılmış ve tatbikat mahiyeti itibariyle bir işgal görünümü içinde olmuştur. Aynı vakitlerde Erivan'a yapılan ziyaretlerde karşılıklı sınır şehirlerinde konsoloslukların açılması karara bağlanmıştır. Üstelik bu konsolosluk binasının Tebriz'de açılmasının duyurulması tam anlamıyla bir tahrik ve meydan okumadır.

İran Hükümeti bu süreçte Erivan'a verdiği desteği açık hale getirmiş durumdadır. Paşinyan tarafından Tahran'a yapılan ziyarette karşılıklı işbirliği süreci tüm boyutları ile görüşülmüş ve İran-Ermenistan işbirliği dünya kamuoyuna açıkça takdim edilmiştir.

Fakat bu açık ilanlara rağmen İranlı bazı propaganda unsurları İran ile Ermenistan arasında hiçbir ilişkinin olmadığı konusunda kamuoyuna bazı açıklamalar yapmaktadırlar. Yakın zamanda Kudüs TV'de Sn. Nureddin Şirin tarafından misafir edilen emekli asker ve istihbaratçı Mansour Hakikatpour tarafından yapılan açıklamalar İran'ın asla ve hiçbir zaman Ermenistan lehine vaziyet almadığı, almayacağı yönündedir. Kudüs TV'ye verilen röportaja soru sorma imkanı bırakılmadığı için bugün bu yazımız vasıtasıyla ifade ettiğimiz durumlara inşallah bir cevap almak mümkün olur. Açık kaynaklardan ve bizzat İran medyası tarafından servis edilen görüntüler 1992 yılından beri Zengezur Koridorunu açmamak üzerine odaklanmış bir Fars- Ermeni ittifakını ortaya koymaktadır. İki savaş dışında ortaya çıkan tüm krizlerde İran, Ermenistan yanında bir pozisyon almıştır. Tüm dünya İran hükümetinin tüm unsurları ile Ermenistan'ı desteklediğini bilmektedir.

Güney Kafkasya'da İsrail Varlığı ve Azerbaycan-İsrail İlişkileri

Bu süreçte İran tarafının sıklıkla gündeme getirdiği bir konu vardır ki, o konu Türkiye ve Müslümanlar açısından da dikkatle takip edilmesi gereken bir konudur. Geçmişinde Azerbaycan'da yaşamış olan bazı Yahudiler eliyle İsrail Azerbaycan ile yakın bir ilişki içine sokulmuştur. Azerbaycan'ın tarihi ve stratejik konumu, Güney Kafkasya'nın hassas rolü, Türkiye ve İran'ın varlığı, Türkistan'ın kapısı ve özellikle fosil yakıtların varlığı sebebiyle İsrail bölgede etkin bir şekilde bulunmaktadır. Azerbaycan ile oldukça yakın bir ilişki ve etkileşim içinde olan İsrail'in Azerbaycan Türkleri ile yakından ilgilenmesi rahatsız edicidir. Azerbaycan yanında, İran Azerbaycan'ı ve Diasporada yaşayan Azerbaycan Türkleri ile ilgilenmesi önemli bazı tehditler içermektedir. Karmaşık İran-Ermeni etkileşimi adeta tersten Azerbaycan-İsrail etkileşimine meşruiyet kazandırmaktadır. Ermenistan'ı sınırsız bir iştahla destekleyen İran'ın, Azerbaycan'ı destekleyen İsrail konusunda isyan hakkı yoktur. Bizler ise her iki dost ülkeye şunu söyleyebiliriz. Ermenistan ve İsrail işbirliği için doğru adresler değildir, iki ülkenin de bu işbirliğinden imtina etmesi bölge güvenliği açısından zarurettir.

Batı ve Orta Azerbaycan'daki Gelişmeler

İran'ın son dönemde artan Ermenistan etkileşimi ve özellikle Tebriz'de açmayı planladığı konsolosluk girişimi uzun süredir rahatsız olan Türk toplumunun rahatsızlığını artırmıştır. İkinci Karabağ Savaşı sonrasında İran'ın Ermenistan'a verdiği destek Batı ve Orta Azerbaycan'da çok büyük bir rahatsızlık oluşturmuş ve İran Devrimi sonrası nispeten daha stabil olan Milli Hassasiyet dili yükselmiştir. İran'da var olan toplumsal olayların da etkisi ile Milli Hassasiyet dili güçlenerek Mehsa Emini'nin ölümü sonrasında İran'da kullanılan slogan Türk bölgelerinde biçim değiştirerek 'Azadlık, Adalet ve Milli Hükümet' şekline dönüşmüştür. Tam burada özgürlük talebi ve etnik talepte bir kesişme oluştuğunu söylemek mümkündür. Özellikle Türklerin yaşadığı bölgelerde özgürlük söylemi kadim söylemine dönüşme eğilimindedir. Tebriz tarih boyunca İran'ın toplumsal olaylarının kalbi durumundadır. Tebriz'de ortaya çıkacak güçlü bir dönüşüm söylemi tartışmasız çok büyük bir etki alanına sahiptir.

Karabağ savaşı sonrasında İran ordusunda farklı kademelerdeki Türk soylu askeri personelin açık kaynaklardan ve özellikle sosyal medyadan Türk Milliyetçisi bazı görseller paylaştığı görülmektedir. Buna karşı İran ordusu bazı bölgelerde Türk soylu askeri personele yönelik yargılamalar yapmaya başlamıştır. Ordu içinde ortaya çıkan bu yeni ve güçlü etno-politik söylem dikkat çekicidir. Gelişmeler ve özellikle Kuzey'de 'Karabağ ve Zengezur'da' ortaya çıkan gerilim milli bilinç söylemini beslemektedir.

Ülke içinde yaşanan süreç ile Karabağ Savaşı sonrasında ortaya çıkan yeni süreç arasında güçlü bir bağ oluşmuştur. İran'ın agresif tutumuna karşı Türkiye ise; makul, dingin devlet aklına yönelirken, İran'ın tehditkar diline karşı Azerbaycan sert sayılabilecek mütekabil davranışlar ortaya koymaktadır. İran tarafından yapılan tatbikata karşı, Azerbaycan Özel Kuvvetleri Güney'de bir tatbikat gerçekleştirmiştir. Teknik kapasitesi oldukça yüksek bu tatbikatın belli kesitleri kamuoyuna servis yapılmıştır. TSK Azerbaycan Komutanının da katıldığı tatbikat mütekabil bir cevap niteliğindedir. Karabağ Zafer kutlamaları yanında bu tatbikat esnasında da Azerbaycan Cumhurbaşkanı Sn. İlham Aliyev oldukça sert bir konuşma yapmıştır. Türk Devletler Teşkilatı Semerkant Toplantısı esnasında yaptığı konuşma ile Güzey Azerbaycan'a adeta selam göndermiştir. Yaptığı konuşmaların temel vurgusu Ermenistan'a destek veren ülkelerin asla unutulmadığı, saldırgan tutumlara karşı ise mücadeleye hazır olunduğu şeklindedir. Azerbaycan devlet medyası, haber ve etkileşim evrenini Güney Azerbaycan olarak ilan etmiş, yüksek bir özgüven ve rahatlık içinde yayın yapmaktadır. Bu yayınlardan bazılarında dikkat çeken noktalardan biri başörtüsü takmama konusundaki talep ile milli hassasiyeti birlikte servis etme yönündeki eğilimdir. Tebriz, Türk İslam düşünce ve yaşam tarzının önemli merkezlerinden biridir ve Türk halkı dini konularda oldukça hassastır. Bölgede, milli kimlik ve dini kimlik iç içedir. Tebriz için tasavvur edilen gelecek seküler bir modernleşme temayülü ise buna önce Tebriz Müslümanları itiraz eder. Settar ve Baqır Han'ı, Hıyabani, Pişeveri, Şeriatmedari'yi tanımayan Tebriz misyonunu anlayamaz.

Reform arzusuna rağmen, İran'daki olayların aldığı seküler görünüm sebebiyle konunun dışında kalan kitlelerin tutumunu ve hassasiyetlerini örseleyecek yayınlar asla doğru değildir. Türk halkının dindarlığı, din ve örfi hassasiyeti, politik değil yapısaldır. TV programlarında tesettür başta, din adamlarını ve dini hassasiyetleri örseleyen dil asla doğru olmaz. Bu hassasiyetleri görmezden gelerek yapılan yayınlar İran Hükümetinin elini güçlendirmenin yanında dindar Türk toplumunun öfkesine muhatap olur. Bakü'den takdim edilen kültürel form seküler ve din dışı bir görünüm üzerine kurulamaz. İran'da yaşayan Türk topluluklarının hassasiyetlerini bilmeden yapılan yayınlar büyük zarar oluşturur ve çok dikkat edilmelidir.

İran ile ilişkiler temelinde titiz diplomatik dil karşılıklı mütekabiliyet temelinde oldukça yükselmiştir.

Türkiye'nin Diplomatik Tutumu

İran ve Azerbaycan karşılıklı olarak son yirmi gün içerisinde karşılıklı propaganda dillerini oldukça yükseltmişlerdir. Türkiye bu süreçte teeni ve makuliyet dilini tercih etmektedir. Bu sürece karşı kontrollü bir yaklaşım içinde kalmakta ve izlemektedir. Bu hassas süreçte ülkemize yönelik sert açıklamalara karşı da teenni ve diplomatik makuliyet içinde davranılmaktadır. İki dost ülkenin makuliyet içinde bu süreci sürdürmesi beklenirken, Karabağ topraklarının Azerbaycan'ın hakkı olduğu ve Zengezur Koridorunun Azerbaycan'ın Batı kısmı ile Nahcivan'ı birbirine bağlayacağını ve buna karşı agresif tutumların gereksiz olduğunu ifade etmektedir.

İran ve Türkiye arasındaki sınır kadim bir sınırdır. Birbiri ile çatışmamış bu iki ülkenin bu geleneği sürdürecek bir ağırlık ve teenni içinde bulunması gerekli ve değerlidir. Fakat son dönemde İran Meclisinde Türkiye ve Osmanlı karşıtı sert, tezyifkar sözler çok sık tekrarlanmaktadır. Ülkemiz; diplomatik, kültürel ve siyasi ilişkinin nezaketi ile davranmaktadır. Irak ve Suriye'de dahi İran ile temas içinde olan yapılar konusunda yüksek bir tolerans ortaya konmuştur. Terör unsurlarının bölgemizde yaratacağı etkiler sebebiyle bazı hassasiyetler titizlik içinde ilgililere bildirilmektedir. Özellikle sınır güvenliği konusunda ülkemizin sınır hattında alacağı pozisyon Tahran üçlü görüşmesinde ifade edilmiş ve terör konusunda asla tolerans gösterilmeyeceği ifade edilmiştir. Tahran'da gerçekleşen görüşme sonrasında İran'a müzahir aktörlerin davranış biçimleri dikkatle takip edilmektedir.

İran'da yaşayan Türkler konusu tartışmasız çok önemlidir. Ülke içindeki gelişmeler milli bağımız sebebiyle bizleri de yakinen ilgilendirmektedir. Rahmetli Erbakan Hoca'nın İran ziyaretlerinde de gündem olan bu konuyla alakalı gelişmeleri izlemek ve doğru anlamak çok önemlidir. Milli varlıkların örselenmediği bir geçiş süreci yanında katılımcı ve farklılıkların tolere edildiği bir İran'a ihtiyaç vardır. Milli kimliğin ana unsuru olan Türkçe'nin yaşamın her alanında olması icap eder. İran Türklerinin yüz yılı aşkın süredir talep ettikleri haklarının verilmesi değerlidir. İran Hükümetinin Zengezur hattının açılması konusundaki tutumu agresif bir tutumdur ve kendisini çok ilgilendirmez. Nahcivan ve Azerbaycan birleşmek zorundadır, zira bu topraklar işgal edilmiştir.

Güney Kafkasya'daki Süreç ve Diaspora Çalışmalarında Temel Hassasiyetler

İran, Azerbaycan ve Karabağ'da bu hassas sürecin diasporada da tartışılması doğaldır. Zira tüm İran muhalifleri diasporada yaşam sürmektedir. Diasporada yaşayan Türklerin tarihi talepler yanında daha özgür bir ülke talepleri anlamlı manidardır. Bu talepleri ifade ediş biçimleri kadar, çalışma biçimleri de değerlidir. Bugün dünyanın dört bir tarafında bu amaçla kurulmuş teşkilatlar bulunmaktadır. Bu yapıların İran'ın kendi sosyal gerçekliğine uygun bir söylem ve talep ile konumlanmaları anlamlıdır. Diasporada yaşam; organizasyonları, belli ülkelerin ve yapıların etkisine açık hale getirmektedir ki en dikkat edilmesi gereken nokta budur. Bölge gerçekliğinden uzak, karmaşık amaçlar etrafında konumlanan ülke ve yapıların tesir ve etkilerinden uzak durulmalı, temiz, meşru kaynaklar kullanılarak çalışmalar sürdürülmelidir. Açık kaynaklardan, makul talepler rahatlıkla ifade edilebilmeli ve buna yönelik ilmi, siyasi çalışmalar yapılabilmelidir. Eğer makul insanlar eliyle bu çalışmalar sürdürülmez ise kimliği belirsiz, bölge gerçeğini bilmeyen yapılar bazı devletler ve kuruluşlar tarafından manipüle edilebilirler.

Diaspora çalışmaları üçüncü ülkeler eliyle manipüle edilmeye oldukça müsait olabilir. Bu konuda saha bilgileri pek çok İran'lı muhalifin ABD, İngiltere, Almanya, Fransa, Rusya, Çin ve İsrail lehine çalışmalar yaptığını; ajanlık ve etki ajanlığı yapabildiğini göstermektedir.

Ülkemizin İran ve Kafkasya konusunda itidalli bir yaklaşımı bulunmaktadır. Ülkemizde bulunan tüm yapıların da bu itidali benimsemesi ve buna uygun davranması beklenir. Titiz dış politikanın ve diplomasisinin örselenmesine yönelik Diasporik çalışmalar uygun olmayacaktır. Üçüncü ülkeler eliyle ülkemizde konumlanan Diasporik oluşumların kontrol dışı davranışlar ortaya koyması kabul edilebilir değildir. Yakın çevremizde ortaya çıkan savaş ve gelişmeler sebebiyle ülkemizde onlarca ülkeden yüzlerce Diasporik oluşum bulunmaktadır. Bu oluşumların ülkelerindeki gelişmeleri ifade etmeleri, muhalif söylemlerini belli bir makuliyet içinde sürdürmeleri anlamlıdır. Bu çalışmaları yaparken Türkiye'nin dış politika hassasiyetlerini göz ardı etmemeleri beklenir. Bir gün ansızın kalktığımızda Diasporada bir devlet ya da masa başında kurulmuş bir devletin temsilciliği ya da bir meclis kabul edilebilir olmaz.

Bölge ile uzaktan, yakından ilişkisi olmayan yapılara, bireylere kurdurulmuş naylon devlet ve oluşumlar; ülkelerin ve kurumların makul pozisyonlarını zora sokabilirler. Hassas dönemlerde bu ve benzeri adımların toplumda yaratacağı etki bazen telafisi imkansız zararlar yaratabileceği gibi, atılacak meşru adımları da zora sokabilir. Bu sebeple ülkemiz bir demokrasi ülkesi olmakla birlikte ülkemiz birimlerinin haberi olmaksızın atılacak adımlar kriminal tehditler taşıyabilir.

Literatürde fiili durum yaratmak olarak tanımlanan adımlarla bu kadar kadim meselelerde vaziyet almak yanlış olacaktır. Bir ülkeyi fiili durumlar yaratarak bir urumun, kararın içine sürüklemek yanlıştır ve müdahaleyi zorunlu kılar. Bu sebeple diasporada çalışma yapan kuruluş, organizasyon ve bireylerin çalışmalardaki makuliyet ve muvazeneyi sürdürmesi önemlidir. Bu konuda işin milli ve siyasi tarafı olan devlet ve kuruluşlar dışında kötü niyetler taşıyan ve Türk yurdu ile ilişkisi olmayan ülke ve kuruluşlarla mesafeli durmaları gereklidir.

Sonuç Yerine……..

İran'ın tümünde yaşayan 35 milyon Türk vatandaşı vardır. Bu devasa insan kaynağının haklı talepleri yanında, özellikle İran Azerbaycan sınırındaki hassasiyetler konusunda İran devlet aklının, bir makuliyet içinde davranması gereklidir. Sınır ötesindeki gelişmeler konusunda makul bir vaziyet alırken, adil bir diplomatik bakış açısına kavuşması beklenir. İran devlet aklının, ulus devlet reflekslerini gösterirken 35 milyonluk bir toplumu görmezden gelmesi kabul edilemez bir durumdur. Settar ve Baqır Han'dan, Hıyabani, Pişeveri, Şeriatmedari'ye kadar haykırılan Milli taleplerin dinlenmesi ve kabul edilmesi bir zarurettir.

Ülke bir reform sürecine zorlanırken bu reformdan mili toplulukların istifadesi bir zarurettir. Türkler, Kürtler, Araplar ve Beluçlar bölgesel ve milli taleplerine kavuşmalıdır. Özgürlük söylemi bir etno-politik kasırgaya dönerse kimse bunun önünde duramaz.