Şaşırma kapasitemizi her geçen gün dolduruyoruz. Bu kadar da olmaz dediğimiz olaylar, gelişmeler silsilesine yenileri ilave olmaya devam ediyor. Bir yanımızda sürekli bir şeyler eksiliyor ve bizler bu gidişi durduramıyoruz. Özellikle sosyal medyada 'başkaları adına utanma' diye bir tabir çıktı ve bu duyguyla neredeyse her gün yüzleşmek durumunda kalıyoruz. Hatta eylemi yapan faillerden bağımsız olarak tabiî ki eylemlerin kendisinden de utanmaktan kendimizi alamıyoruz.

Malumunuz geçtiğimiz günlerde belediyeler eliyle insan kaçakçılığı yapıldığına dair deliller ortaya çıktı. Gri hizmet pasaportları üzerinden insanları para, araç vesaire karşılığında yurt dışına sözde eğitimlere gönderen belediyeler varmış. Bunu da mı görecektik dediğimiz türden bir olay bu. Hatta belediyelerden birisinin yetkilisinin gönderilen insanların ülke için yük olduğuna dair açıklaması bile oldu. Ne günlere kaldık? Neresinden tutalım da bu durumu en azından kendimize açıklayalım bilemiyorum. Paravan şirketler, binlerce eurolar, piyasa oluşturmalar yani bildiğiniz öyle istisna falan değil sistemli, organize bir sektöre dönüşen sürecin içindeymişiz de haberimiz yokmuş. Yıllar içinde sayıları binlerle ifade edilen insanlar bu yolu kullanarak yurt dışına çıkmışlar, daha doğrusu kaçmışlar. Yani kelimenin tam anlamıyla tuz kokmuş. Bu saatten sonra devlete düşen görev bu olayları siyaset üstü bir bakışla sorgulamak ve bütün detayları bir an önce ortaya çıkarmaktır. Bu türden gelişmeler Türkiye'yi ikinci lig diyebileceğimiz dünya ülkeleri seviyesine indirir ve insanlarımızın aidiyet hissine büyük zararlar verir. Genç yaşlı fark etmeksizin insanlarımızın ülkeyi terk etme ve geleceklerini başka yerlerde aramaları, buradaki ümitsizliğin en önemli bir göstergesi ve üzerinde daha da tafsilatlı durulması gereken bir mevzudur.

Diğer taraftan bilindiği gibi iktidarda küçük çapta bir kabine revizyonu oldu. Bu değişiklikle birlikte son zamanlardaki bazı atamalardaki özensizlik iyice belirginleşti. Diğer ikisi için şimdilik bir yorum yapmayalım ama Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı'ndaki değişim ve bu süreçte yaşananlar bırakınız yeni bakanı, bakanlığı bile tartışmaya açtı. Hadi bakanın sosyal medya geçmişini bir kenara bırakalım, zaten eski hesabını kapatarak o da öyle yaptı. Ancak 23 Nisan günü hem de kendi kurumunda koruma altındaki bir çocuğa yaptıklarını izlerken bizler bile yerin dibine geçtik. Pedagojik bakıştan yoksun, tribünlere dönük mesaj kaygısıyla dolu, Ramazan'ın ruhuna aykırı, çocuğun hukukunu ayaklar altına alan, çocukta kalıcı etki bırakması muhtemel o dil ve yaklaşım ile Sayın Bakan neyi hedefledi gerçekten anlamakta zorlanıyorum. Bundan sonra bakanlıkta neler olacak, Bakan Hanımefendi hangi icraatlarıyla gündem olacak, bekleyip göreceğiz.

Bunun yanında yine gündemi sarsan bir başka olay da kripto para vurgunu olduğu iddia edilen Thodex ile ilgili gelişmeydi. Şirketin sahibinin 2 milyar dolar ile Arnavutluk'a kaçtığı, hatta Arnavutluk emniyetinin kaldığı otele baskın yaptığı ancak yakalayamadığı ile ilgili haberler yapıldı. Olayı Çiftlik Bank ile özdeşleştiren yorumlar ileri sürüldü.

Bu arada kripto paralar ile ilgili konunun teknik detaylarına girecek değilim. Ancak bu kişinin hem İçişleri, hem de Dışişleri bakanlarıyla fotoğraflarının çıkmasının, ona toplumda bir itibar kazandırıp kazandırmadığı sorusunun cevabını arıyorum. Bakanlar bu kişi ile doğrudan tanışmamalarına rağmen, bu şahsı bakanlara götürenlerden birisinin bakanın yeğeni, diğerinin de yine bir milletvekilinin oğlu olması doğal olarak bu görüşmelerle ilgili detayların merak edilmesine sebep oldu. Olup bitenler soruşturma sonucunda ortaya çıkar ama şurası çok açık ki, siyasi nüfuza sahip kişilerin çevreleri, bir an önce ve çok kazanma hırsıyla bu güçlerini(?) kendi çıkarları için kullanmaya tevessül etmekten çekinmiyorlar. Onlar üzerinden bakanlarla tanıştırılan kişiler de sağda solda arkalarındaki siyasi güce atıf yaparak piyasaya güven telkin etmek gibi bir strateji ile hareket ediyorlar. Bakanlar ise bir gün yarım saat oturup uğurladıkları ve sonra unuttukları kişilerin bu denli bir suçlamayla karşı karşıya kaldıklarında ise doğal olarak tanımıyoruz diyorlar. Oysa hem onların isimlerini kullananlar, hem de bundan çıkar devşirme girişimleri içinde bulunan yakın çevrelerin varlığı örtülemez bir gerçek olarak orta yerde duruyor.

Bu noktada şunu da ifade etmek lazım; devlet düzenleyici ve denetleyici vasfını zamanında yerine getirmez ise bu türden sorunlarla karşılaşmaya devam ederiz. Hukuki bir altyapısı olmadan bu insanlar nasıl olur da bu kadar çok parayı toplayabilirler ve toplum bunlara nasıl güvenebilir sorusunun cevabı hukukta değil siyasette aranabilir. İddia edildiği gibi eğer 2 milyar dolar gibi bir miktar dolandırıcılık konusu olduysa bu dehşet bir olaydır. Türkiye'nin Çin'den aldığı 3.6 milyar dolar krediyi düşünür ve bunun nasıl önemli bir ekonomik gelişme olarak takdim edildiğini hatırlarsak, 2 milyar USD´nin neye tekabül ettiği daha iyi anlaşılabilir.

Sonuç olarak bütün bu gelişmeler karşısında, 'o kadar da değil' diye baktığımız ne varsa onları görüp yaşamaktan son derece üzgün ve toplum olarak mağduruz. Kurumsal akıl devreden çıkınca kişilerin eksikliklerine, yanlışlarına veya dikkatsizliklerine göre şekillenen siyasi atmosfer her daim bu türden arızaları getirip önümüze koyar. Hem insanlarımıza kısa yoldan köşe dönülebildiği gibi bir ekonomik ortamın olmadığını devlet olarak göstermek, hem alın terindeki kutsiyeti hatırlatmak, hem de 'helal olan 1'in haram olan 10'dan büyük olduğunu' gösterecek bir ahlak devrimini hayata geçirmek olmazsa olmazdır. Yoksa olumsuzlukları kanıksayan her toplum bir gün mutlaka bunların bedellerini ağır olarak öder.