Perşembe akşamı, Mescid-i Aksa'da yatsı namazı… İmam Yûsuf Ebû Suneyne, Hz. Yûsuf'un zindana girişi, zindan arkadaşlarının gördüğü rüyalar ve aralarında geçen konuşmalara dair ayetleri okuyor. Arapçada zindan anlamına gelen 'sicn' kelimesi, Şeyh Yûsuf'un ağzından dökülürken, arkasında namaza duran cemaatin hafızasında nice acı hatıranın canlandığı kesin: Gözaltına alınmayan, hapse düşmeyen veya bir yakını hapiste olmayan insan bulmak çok zor burada çünkü. Aksa imamlarının cehrî kılınan namazlarda Kudüs'le, Hz. Davud ve Hz. Süleyman'la, İsrailoğulları'nın başından geçenlerle, peygamberlerin azgın kavimlere karşı verdikleri mücadelelerle, sabır ve direnişle ilgili ayetleri özellikle tercih etmesi çok anlamlı. Keza sabah namazlarının ikinci rekatının rükûundan sonra edilen 'Kunût duaları' da, Kudüs ve Gazze'nin içinde bulunduğu durumu anlatan net yakarışlarla dolu.

Mescid-i Aksa'da namazları bir 'tevhid ve mücadele eylemi'ne çeviren şey, sadece içeriğinin doluluğu değil. Müslüman-ların rükû ve secde ettiği binanın hemen batı tarafında, Yahudilerin meşhur 'Ağlama Duvarı' bulunuyor. Aksa'da ibadet, dua ve tesbihat nidaları ne zaman yükselse, duvarın öte yanından, tonu gittikçe artan bir vaveyla duyuluyor. Perşembe akşamı da aynı şey oldu: Şeyh Yûsuf, Hz. Yûsuf'un dilinden 'Ben atalarım İbrahim, İshak ve Yakub'un dinine tabi oldum…' derken, bu hakikati işitmek bile istemeyen sesler tekrar göklere uzandı.

Yarıklarının içi dua metinleriyle doldurulan, nice inançsız insanın sırf objektiflere poz vermek uğruna önünde kıyama durduğu, içi ile dışı bambaşka dünyalara açılan o duvarın taşları konuşsa, bize kim bilir neler anlatırdı…

***

Kudüs'te beni en çok etkileyen mekanlardan biri, Zeytindağı'nın eteklerinde, Hz. Meryem'e atfedilen kabirdir. Elimizdeki kaynakların 'ağleb ihtimal' notuyla tasdik ettiği bu kabir, üzerine inşa edilen kilise binasının en dip noktasında, merdivenlerle inilen loş bir holün sonundadır. İslam asırları boyunca, Hz. Meryem'e duyulan saygı ve muhabbetten ötürü, Müslümanlar cuma günü burayı 'mescit' olarak da kullanmışlar. Kıble yönünde, taş duvara oyulmuş mihrap bugün hala görülebiliyor. Dikkatli bir bakış, önü ahşap bir paravanla kapatılan bu girintiyi muhakkak fark ediyor.

Hristiyanlık, aziz bir İslam kadınından bir 'kilise ikonası' çıkara dursun, bu her vakit ağır tütsü kokularıyla baş döndüren tarihî mekan, insanı İslam'ın ana çizgisine daha da yaklaştırıyor. Kilisede 'Fatiha' okunur mu? Hz. Meryem'in kabrinde okuyoruz.

Merdivenlerin başında, Hz. Ömer'in torunlarından, Kudüslü meşhur fakih ve tarihçi Mucîruddîn el Hanbelî'nin türbesi yer alıyor. Onun, etrafı kiliselerle çevrili bu bölgede defnedilmesi, Hz. Meryem'e atfedilen kabrin gerçekliğini artıran bir unsur olarak değerlendirilebilir pekala.

Biri aslî hüviyetini muhafaza eden, diğeriyse zahiren başka bir şeye dönüştüren bu iki İslam medfeninin taşları konuşsa, bize kim bilir neler anlatırdı...

***

Kudüs'ü özetlemem için bana tek kelimelik bir tercih hakkı verilseydi, hiç düşünmeden 'Taş' derdim. Her şey taştan ibaret burada. İbadet mekanları, rekabet noktaları, düşmanlık odakları ve nihayet bizzat şehrin kendisi taş… Kubbetu's-Sahra'nın üstünü örttüğü yekpare taş, rekabetin ve çekişmenin en yıkıcısına konu bugün. Kıyame Kilisesi'nde Hristiyanlar taşları öpüyor, hırkalarını ve tesbihlerini taşlara sürerek vecde gark oluyor. Yahudiler, taş kütlelerinin önünde dua ediyor, göz kapıyor, kimisi de nefretlerini buradan haykırıyor. Şehrin ara sokaklarında Büyük İskender'in ordularını, Roma'yı, Bizans'ı, Müslüman askerleri, Haçlıları, Eyyûbîleri, Moğolları, Memlûkleri, Osmanlıları ve İngiliz mandacılarını gören yorgun taşlar, bugün işgalin hoyratlığına göğüs geriyor.

Ve Zeytindağı'ndaki on binlerce Yahudi ölü gibi, İsrail tarihinin en acımasız başbakanlarından biri olarak, imza attığı katliam ve suçlar hala dün gibi hatırlanan Menahem Begin, bir mermer blok altında kıyamet sabahını bekliyor. Mescid-i Aksa'ya bakan kabrinde, hemen yanı başındaki camide beş vakit yüksek sesle okunan ezanı dinleyerek hem de.

Kudüs'ün bizatihi kendisi konuşsa… Kim bilir, duyabilenlere neler anlatırdı.

(*) Taha Kılınç'ın bu yazısı Yeni Şafak Gazetesi'nden alıntılanmıştır.