İstanbul'un Fethi dünya tarihine, Ortaçağ'ı kapatıp Yeniçağ'ı açan çok önemli ve değiştirilemez bir gelişme olarak girmiştir. Bu bütün tarih yazıcılar için böyledir. Bu minvalde fetih büyük ve göz ardı edilemez bir gerçekliktir. İşte bu yüzden karşısında olanlar dahi bu hakkı teslim etmişler ve İstanbul'un Fethi'nin dünya tarihi için neye tekabül ettiğini kabul etmek durumunda kalmışlardır. Dolayısıyla bu açıdan fethin ortaya çıkardığı sonuçlar da meşrudur. Fatih Sultan Mehmet'in kendi şahsi servetinden ödediği, parayla mülkü olarak alıp vakıf çatısı altına soktuğu Ayasofya'nın statüsünde yaptığı değişiklik de bu bakımdan meşrudur.

Geçtiğimiz Cuma günü Danıştay'ın oybirliği ile aldığı karar ve Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile ortaya çıkan sonuç da bu meşruiyetin günümüzde bir kere daha tescil ve tespit edilmesidir. Kanaat ifade eden hukukçular dahil kimi isimler, ülkenin Cumhuriyet'in ilanı ile birlikte Osmanlı Devleti döneminden kalan yasalarla yönetilemeyeceğini iddia etmişlerdir. Bu doğru bir çıkarım olamaz. Türkiye Cumhuriyeti ile rejim değişmiştir ama yeni devlet bir önceki devletin devamı niteliğinde hayat bulmuştur. Bugün kimi kurumların kuruluş tarihleri cumhuriyetin ilanından eskidir ve bunlar bizler için övünç kaynağıdır. Hatta genç devletimiz Osmanlı'dan kalan borçları ödediğini bugün gururla kabul etmektedir. Kaldı ki Ayasofya ile ilgili vakıf senedi, tapu kayıtları ayan beyan ve şüpheye yer bırakmayacak kadar ayakta ve ortadadır. Hal böyleyken Ayasofya'nın camiye çevrilme kararı ile ilgili hukuk tartışması yapmak temelsizdir. Bir de bu toplumun vakıf kültürüne bakışı vardır ki, bu bakış yüzlerce yıl bile geçse güncelliğini korur.

Diğer taraftan 1934 yılında alınan müzeye çevrilme kararı üzerinde derin şüpheler vardır. Bu şüpheler bu zamana kadar tam olarak cevabını bulamamıştır. Ankara'da olmadıkları Meclis tutanaklarıyla resmen tespit edilen bazı bakanların kararın altındaki imzalarının varlığı hala bir muammadır. Bunun yanında son karar ile birlikte ülkede rejim ve laiklik gibi tartışmaları açmak da doğru olmaz. Bu bir egemenlik konusudur. Tarihe saygı ve hukuk meselesidir. Kaldı ki Ayasofya Camii'nin yönetimi Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile yine bir Cumhuriyet kurumu olan ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı'na devredilmiştir (https://www.diyanet.gov.tr/tr-TR/Kurumsal/Detay/1).

Bu kararın uluslararası ilişkiler açısından da tartışılacağı muhakkaktır. Ancak hiçbir tartışma yukarıda ifade etmeye çalıştığımız gerçeklerin önüne geçemez. Kamu yararı Ayasofya'nın camiye çevrilmesini gerektirmiştir ve Türkiye egemen bir devlet olarak yargısı ve yürütmesi ile bu süreci hayata geçirmiştir. Dış politikada taraf olduğumuz anlaşmalar ortadadır. İnsanlık mirası olan bu mekanı korumanın üzerimize düşen bir vazife olduğu doğrudur. Ancak Ayasofya'yı bütün insanlığın ziyaretine açık tutmak ve geleceğe taşımak cami vasfıyla daha da mümkün olabilecektir. Sultanahmet Camii dahil diğer tarihi değerlerimizle ilgili tavır ve uygulamalarımız bunun ispatıdır. Dış politikadaki muhataplarımız itiraz etseler de onlardan beklenen yaklaşım bu karara saygı duymaları ve bu meseleyi ikili ilişkilerde bir sorun haline getirmemeleridir. Fevri kararlardan ve istenmeyen sonuçlara yol açabilecek davranışlardan kaçınmalarıdır. Zaten dayanağı olmayan Müslüman korkusu ve nefretine maruz kalan insanlara karşı yeniden bir kötü muamele ve ibadethanelerine çirkin saldırı dönemine girilmesi ihtimaline karşı dikkatli davranmalarıdır.

Bir de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Cuma akşamı yaptığı konuşmaya değinmek istiyorum. Konuşmada genel hatları itibariyle teenni, itidal ve kararlılık vardı. Önemli başlıklar içeriyordu. Nazım Hikmet'in Ayasofya ile ilgili şiiri olduğunu da ben bu konuşma vesilesiyle öğrenmiş oldum. Bununla birlikte bu kararda siyasi bir beklenti hedefi var mıdır, olabilir. Bu hedef bir yere kadar da normaldir. Anlayışla karşılanabilir. Ancak iktidar yetkilileri Ayasofya ile ilgili olumlu tavır belirleyen CHP yönetiminin ve bu karara itiraz potansiyeli taşıyan diğer muhalif kesimlerin, toplumun genelinin değer yargılarını anlama ve anlamlandırma çabalarına zarar verecek eylem ve söylemlerden uzak durmalıdırlar. Bu yaklaşım, Ayasofya gibi kritik kararlarda içeride birlik ve beraberliği tahkim edecek ve dünyaya karşı elimizi güçlendirecektir. Bu karar yeni bir kamplaşma alanına dönüştürülmemelidir. Aksine toplumsal barış için bir fırsat olarak değerlendirilmelidir.

Son olarak şunları ifade etmek isterim. Ayasofya için bu millet bu zamana kadar çok bedel ödedi. Geç oldu ama adalet yerini buldu.

Bu noktada bu sürece kadar, siyasi hayatında her daim Ayasofya gündemini hep diri tutan, Prof. Dr. Necmettin Erbakan Hocamıza, şair, mütefekkir, yazar, siyasetçi ve kanaat önderlerine, toplumun her kesiminden isimleri bilinmeyen mücadele insanlarına,

Kurduğu dernek ile 26 yıldır sürdürdüğü mücadelesiyle Danıştay'a açtığı davayı kazanan emekli matematik öğretmeni İsmail Kandemir büyüğümüze,

Bu kararı oybirliği ile alan Danıştay 10. Dairesi'nin değerli hakimlerine ve Danıştay'ın kararının gereğini, bekletmeden yerine getirerek kararname ile Ayasofya'nın camiye çevrilmesine onay veren Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan'a teşekkür ediyorum.