Muslim Port Haber Merkezi | Sevde Köse

Yüzyılı aşkın süredir devam eden Arap-Siyonist İsrail çatışması, Filistinlilerin topraklarını özgürleştirme, işgale ve tarihsel baskıya son verme mücadelesinin, Birinci Dünya Savaşı'ndan bu yana Filistin halkına yapılan büyük haksızlıklar ve Müslümanlara yapılan büyük ihanetlerin ardından gerçekleşen “Aksa Tufanı” operasyonunun yankıları Filistinliler için hem bölgesel hem de küresel anlamda büyük bir sürpriz olsa da, ‘Filistin, Ümmet, Siyonizm ve Dünya’ meseleleri için de aynı şekilde önemli tarihi ve stratejik dönüşümlere sahne oldu.

Bu dönüşümün bir kısmı, ümmetin ilerleme ve kurtuluş mücadelesinin tarihsel birikiminin sonucu olsa da sömürgeci varlığın maksimum şiddete, saldırganlığa, ansızın hücum etmeye ve düşmanının (Arapların) topraklarında savaşarak caydırmaya dayanan strateji modelinde bir değişim ya da belki de bir çöküş söz konusuydu. Ancak “Aksa Tufanı”, bu mücadeleyi sadece coğrafi açıdan değil, aynı zamanda kültürel, ahlaki ve insani olarak da Siyonist ve emperyalist Batı'nın kalbine taşıdı.

Bu ise Siyonistlerin en kötü kabusunu ortaya çıkardı; İsrail'in meşrutiyetini elinden aldı ve ahlaki açıdan kınandı, özellikle de Batı'nın genç nesilleri arasında. Hatta düzenlenen hareketlere ve gösterilere, Batı'daki köklü Siyonist ailelerde büyüyen ancak Siyonist anlatıya karşı hakikat ve adalet söylemi uğruna isyan eden genç nesil Yahudiler de öncülük etti.

Farkındalık Devrimi

Bilinç Devrimi, üç farklı alanda kendini gösterdi: İlk olarak, tarihçiler, akademisyenler, analistler ve eski Batılı askeri personel tarafından dile getirilen “İsrail savaşının anlamsızlığını, soykırımın saçmalığını, direnişin meşruiyetini, Siyonist varlığın parçalanmaya, gerilemeye ve intihara doğru gitmesini” vurgulayan stratejik bir yol olarak.

İkinci olarak, seçilmiş siyasetçiler, uluslararası insan hakları örgütleri ve sokaktaki halk tarafından ifade edilen insani bir yol olarak. Zira bu insanlar Gazze'deki Siyonist soykırımını korkunç bulup bunu doğrudan Nazi Holokostu ve faşist uygulamalarla kıyasladılar ve Siyonist varlığı en güçlü ifadelerle kınadılar. Bu, Uluslararası Adalet Divanı'nın ‘soykırımın emarelerinden ve Siyonist varlığın en yüksek karar alma ile yetki mercilerinden yapılan buna yönelik kışkırtmalarından’ bahseden iki kararıyla da desteklendi.

Son olarak da en önemli yol, “Aksa Tufanı” destanının yarattığı kültürel şok oldu ve bunun geniş çaplı insani yansımaları ile her şeyi etkileyen yeni bir farkındalık devrimi oluşturması. Bu devrim, İslam'ı öğrenmeye, Kur'an-ı Kerim'i incelemeye ve mushafta insanın hikayesine, kaderine, hayatının amacına, varoluşun büyük sorularına cevaplar aramaya kadar uzandı.

Bu aynı zamanda hakikat değerlerini ve adalet standartlarını da temsil etti. Filistin davasının haklılığıyla özdeşleşerek Araplara, Müslümanlara ve Küresel Güney'e yönelik İslamofobiyi, ırkçılığı, saldırgan eğilimleri ve emperyalist yerleşimci kültürünü reddetti. X, Facebook ve diğer platformlardaki yüzlerce veya binlerce video ve paylaşım da bunun en somut göstergesidir.

Bu “medya kuruluşları”ndan bazıları, İslam'ı seçmiş ve hidayet ve hak dinine girmiş kadın ve erkeklerle ilgili haberler yaptı. Bu kişiler Kur'an-ı Kerim'den öğrendiklerini ve hakikatin değerleri, adaletin standartları ve varoluşun gerçekleri hakkında İslami referansları okuduklarını samimiyet ve adanmışlıkla sunuyor, Gazze halkına yaşadıkları korkunç felaketler için başsağlığı diliyor, Kur'an-ı Kerim'den ayetler aktararak bunları tasdik ediyor ve tüm bu olup bitenlerde ilahi hikmeti hatırlatıyorlar.

Bu hareketlerin, gösterilerin ve faaliyetlerin yeni bir siyasi kurtuluş ve sosyo-ekonomik değişim dalgasının çekirdeğini temsil ettiğini söylemek ise abartı olmaz. Batı gericiliğine, zenginlik ve güç tekeline, siyasi yozlaşmaya, sosyal adaletsizliğe ve ahlaki çürümeye meydan okuyarak adalet, merhamet ve insanlık ufuklarına doğru ilerliyorlar. Tüm bunlar yüzyıllardır dünyaya hakim olan sömürgeci yerleşimci Batı'nın çehresini değiştirebilir.

Öyle ki bu hareketler soykırımı, yıkımı ve açlığı kınamak ve sivillerin hayatlarını ve evlerini kurtarmak için ateşkes talep etmekle sınırlı kalmadılar. Hatta tüm saçmalığıyla “iki devletli çözüm” yalanının da ötesine geçerek Arap bölgesindeki pek çok kişinin unuttuğu şeyi açıkça talep ettiler: “Nehirden denize ‘Özgür Filistin’”.

Aslında Batı İsrail'deki ve Siyonist yerleşim projesindeki radikal muhalifler, Nazi Holokostu'ndan sağ kurtulan nesil ile onların çocukları ve torunlarının nesli arasında bölünmüş durumda. Ancak onları Siyonizmin ırkçı, yayılmacı bir hareket olduğunu vurgulayan ve çatışmalara karşı tek çözüm olarak Siyonist projenin ortadan kaldırılmasını öneren Siyonist karşıtı Yahudi hahamların önderlik ettiği önemli haftalık protestolarda onları yan yana görebiliyorsunuz.

İşte Aksa Tufanı, anlam ve amacın kalmadığı, ahlakın iflas ettiği, bilişsel gerilemenin ve büyük ahlaki bozulmanın yaşandığı, insanların Allah'ın yarattığı fıtratı bozduğu bir anda geldi. Dünya buna kapitalist emperyalist bir kültürün, faşist bir otoritenin ve onun son derece materyalist ve laik bilgi sisteminin kontrolünde iken tanık oldu. Bunun yanında insanlık, manevi ve ahlaki boşluktan muzdarip bir halde, asil değerleri ve idealleri yeniden canlandırmak için can atıyor, kucaklanacak ve uğruna savaşacak hakikat, adalet ve özgür bir vicdan davası arıyordu. Daha ziyade insan varoluşunun büyük sorularına cevap arıyordu: Biz kimiz? Nereden geldik? Neden geldik?

Direniş Kültürü

Dünyanın en iğrenç adaletsizliği ve saldırganlığına karşı dünyanın en asil hakkını, mücadelesini, işgal ve sömürgeden kurtuluşunu içeren Filistin davası kadar doğrunun ve yanlışın bu kadar net ayrıldığı başka bir dava olmamıştır.

Gazze Şeridi halkının yaşadıklarına tüm dünya tanık olurken dünya halklarını Filistin davasının haklılığına çeken şey; direniş kültürü, efsanevi sebat, topraktaki metanet, yıkılmama, toplumsal uyum ve toplumun çeşitli kesimleri arasındaki sağlam dayanışmadır.

Ve her seferinde, işgalcilerin saldırı ve katliamlarının enkazından sağ çıkanlar ve enkazın altında hâlâ ailelerinden şehitleri olanlar, Yüce Yaratan’a olan imanlarını ve ahitlerini yenilemek, O'nu tesbih etmek, O'na hamdetmek için tekrar ayağa kalkıyorlar. Direniş kararlılıklarını bir kez daha teyit ediyor, evlerinin yıkıntılarına tutunuyor ve yerinden edilmeyi ya da göçü reddediyorlar. Yaşayan, şehit olan, çocuk, kadın ya da yetişkin bu kurbanların çoğusunun hikayeleri, isimleri ve kişilikleri ise doğudaki ve batıdaki milyonlarca insanın vicdanında önemli bir yer edinmiş ve küresel olarak sosyal medyada ilginin zirvesine oturmuştur.

Bu katliam sahnelerinin altında Gazze'nin çocukları yeni bir oyun buldular: Şehitlerin çıkarıldığı ve yaralıların enkazların altından kurtarıldığı sahneleri canlandırıyorlar. Daha sonra şehit rolünü oynayan birisini cenaze töreni için sembolik bir tabuta koyuyorlar. Birkaç adım sonra avludan çığlık sesleri yükseliyor. Elleri havada tabutun önüne oturarak bağırıyorlar. Böylece oyun sona eriyor!

Sanki bu Filistin’in gayreti ve enerjisi, barbar işgalin 8 Ekim 2023'ten beri gerçekleştirdiği 2.800 katliamı aşan her katliamdan sonra Siyonist Holokost'un küllerinden yeniden doğuyor ve yükseliyor. Öyle ki Siyonist katliamlar, vahşeti, alçaklığı, gerekçesizliği ve yalanlarıyla Nazi Holokostunu çoktan geride bıraktı.

"Yeşil Düşman" Gören Batı'nın Şer İttifakı Çöküyor

İsrail'in Genişleme Ajandası: Gazze Savaşı, Enerji ve Gaz Rezervleri İsrail'in Genişleme Ajandası: Gazze Savaşı, Enerji ve Gaz Rezervleri

Hiç şüphe yok ki Batı sisteminin en üst kademeleri ve yönetici kurumları, yirminci yüzyılın başından Soğuk Savaş'ın sonuna kadar sol ve sosyalist düşüncenin alternatif aday olmasından sonra, Batı'daki manevi, ahlaki ve değer boşluğunun durumunun mantıksal olarak İslam'ı bu boşluğu dolduracak gerçek bir alternatifi olduğunun; adaletsizliğe, haksızlığa, yolsuzluğa ve insanın kapitalist emperyalist sömürüsüne karşı Batılı toplumsal isyan akımları için bir ilham kaynağı olarak aday gösterdiğinin farkındalar.

Bu nedenle, eski Sovyetler Birliği'nin ve sosyalist sisteminin ve Varşova Paktı'nın 1980'lerin sonunda çöküşünden sonra, askeri-endüstriyel kompleks, derin devlet, araştırma merkezleri, lobiler ve diğerlerinden etkili Batılı çevreler, kızıl düşmana (komünizm) alternatif olarak yeşil düşmanı (İslam) önermek için acele ettiler.

İslam'ı önemsizleştirmek ve kuşatmak için büyük bir Batı (Amerikan merkezli) kampanyası başlatıldı; cömert fonlar, araştırmacı ve medya profesyonellerinden oluşan ordular, üniversite konferansları, çalışma merkezleri ve büyük medya alanları bu kampanyayı desteklemek ve dünyayı İslam'ın ruhundan, algılarından, düşüncesinden ve kozmik vizyonundan uzak tutmak için kullanıldı.

11 Eylül 2001'de New York ve Washington'daki saldırılardan sonra durum daha da kötüleşti ve kampanya muazzam boyutlara ulaştı: Faşist yasalar ve terör davalarında kurbanların avlanması yoluyla İslam'ın ülke içinde yok edilmesini de içeren “terörizme karşı küresel savaş” ilanı, Afganistan ve ardından Irak'ın işgali ve istilası, “yaratıcı kaos” ve Büyük Ortadoğu projesinin başlatılması, Guantanamo Körfezi ve diğer gözaltı merkezlerindeki işkence mezbahaları ve diğerleri. “Demokrasiyi yayma” bahanesiyle İslam dünyasına hükmetmek için başka savaşlar ve kampanyalar da başlatıldı.

Amerika Başkanı George W. Bush ve “yeni muhafazakârlar” İslam'ı faşist olarak etiketlemeye ve “İslami faşizm” terimini yaygınlaştırmaya çalıştılar! Ayrıca, ABD vatandaşı olsalar bile, onları yargılamak, mal varlıklarını dondurmak, seyahat etmelerini engellemek ve hatta ABD'ye giden uçaklardan indirmek için dünya çapında milyonlarca Müslüman ve İslami figürü içeren devasa terörizm veri tabanları oluşturdular.

Bu aşama, düşünür Celal Ahmed Emin'in ifadesiyle, gerçek anlamda "Arapların ve Müslümanların karalanma çağı"ydı ve amaç, dünyayı tamamen kapatmak ve her yerde İslam'ı ve Müslümanları avlamaktı.

Tüm bunlar ışığında, “Aksa Tufanı” destanı ve Batı'da ve dünyada yaşanan kültürel şok, “Teröre Karşı Savaş”ın mirasına ve Avrupa aşırı sağının İslamofobi dalgasına tarihi bir yanıt olarak geldi. Bu da Batı'da Filistin'e duyulan sokak sempatisine karşı ırkçı ve nefret dolu tepkileri tetikledi.

Bu deneyim, dünya üzerindeki emperyalist hegemonya sistemiyle kültürel yüzleşme bağlamında eşsiz bir aşamayı temsil etmekte, bazı döngülerini kırmakta ve geniş kitleler için yeni insani, manevi ve ahlaki ufuklara ilham vermektedir; “İzzetli kişinin izzeti, zelil kişiye zilleti artar” her ne kadar nefret edenler olsa da.

*Yazımız Al Jazeera kanalında yayınlanan makaleden çeviri yapılmıştır.

**Bu makalede ifade edilen görüşler Al Jazeera'da kaleme alan yazara aittir.

Editör: Yusuf Yusmar